Dayanışma
Günlük kaygılara, kişisel egolara ve çıkarlara, benlik düşüncesine kurban ettiğimiz değerlerden biri dayanışma. Biz olmanın ruhunu, kuvvetini ve heyecanını hissettiğimiz o derin duyguların ve davranışların başında geliyor. Bununla birlikte moda tabirle “küreselleşen dünyada” “modern insanın” sergilemekten imtina ettiği en büyük davranışların da zirvesinde.
Kalabalıklar arasında yapayalnız insanlar olarak devam ediyoruz hayatımıza. Ultra lüks sitelerde oturmaktayız ama bir tane bile komşumuz yok. Sadece anne-babadan teşekkül ailelerle kocaman evlerde yaşıyoruz. Çok daha fazla bilgiye sahibiz ama bilgeliğe, ahlaka ve vicdana sahip değiliz. Tüm bu eksikliklerin temelinde, dayanışma ruhunu kaybeden insanın var olduğuna inanıyorum. Bir başkası için yaşayamayan, bir başkası için dertlenemeyen, onunla hemhal olamayan, kendisinden başkası ile iletişim kuramayan insanlar olarak bu ruhun kaybolmasına biz sebep olduk.
İyi şeyleri hep karşımızdakinden bekledik. Ayın başında kirayı bekleyen ev sahibi gibi, önce alan taraf olmalıydık ki “karşılığında” bir şeyler verebilelim. Bir başkasının batması, kaybetmesi, yanlış yapması üzerinde yükselen “başarılarımız” oldu. Ve en acısı bunun böyle olması için biz çabaladık. Oysa günün sonunda kaybeden ikimiz olduk, maalesef farkına varamadık.
Birinin sahadan çekilmesini, pistte kaza yapmasını, kariyer yolunda başarısız olmasını “rakipler azaldı” gözüyle seyredip kendi faydamıza yorumlamaktan vazgeçecek gibi değiliz. Ama inanıyorum ki bundan vazgeçecek ve bunu ayıplanan bir davranış olarak benimseyecek nesiller gelecek.
“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasıncılık” olarak tanımlanacak bu tutumun sonunda bir gün kurbanın biz olacağını hiç akıl edemedik. Akıl ettiğimiz an ise her şeyin için çok geçti maalesef.
Bir çok insan, bir çok derdini asla kendi başına, tek başına, bir başına çözemez ve çözememiştir. Aslolan insanın insan ile ünsiyete geçmesi, münasebet kurması birlik olarak ortaya çıkan dertlerin üstesinden gelmesidir lakin günümüzde tam tersini yapıyoruz. Her problemi tek başımıza çözme gayreti bizi yıpratıyor. Bu yıpranma ile özümüze dönüp, kimseden yardım göremediğimizi düşünüyor, bunu gördükçe daha da yıpranıp toplumdan uzaklaşıyoruz. İnsanı, insanlığı ve içindeki halis değerleri öğüten bir kısır döngü gibi. Bu döngünün nasıl kırılacağı ile ilgili bir çözüm önerim de var;
“Eğer tadını bilirseniz, ekmeği paylaşmak onu yemekten daha lezzetlidir” der Üstad Necip Fazıl. Bir başkasının derdi ile dertlenmeye başlayın. Onun için bir şeyler yapın. Onun için düşünün. Onun için kazanın ve onun harcayın. İlk adımı siz atın ve karşılık beklemeden yapın. Belki o zaman biri de sizin için bunu yapacaktır. Birlikte olduğumuzda daha kuvvetli, daha dayanıklı, daha sağlam olduğumuzun farkına varırsak yapabiliriz bunu.